Dünya'nın arka tarafı


Ben dünyanın arka tarafını boş sanırdım. Daha keşfedilmediği için haritada çizilmediğinden değil, ya da adalar çok küşük olduğundan haritada görünmediğinden de değil,orası hep deniz zannederdim. Yanılmışım.

Daha önce bendeki bu uzaklara gitme hayalimden bahsetmiştim ya! (geçenki son yazımda) tabi bu hayalleri ne pekiştirebilirdi? tabi ki gideceğim yerleri aramak!

İnternet de sağolsun Google Earth'ü yarattı da şöyle istediğim yeri bulabiliyorum dünyanın hangi bucağındaymış anlıyorum...

Fatma'yla hep Cancun diye konuşurduk, Caribbean'a, Seychelles'e, Mauritius'a gitmek istediğimden hep oralara bakardım. Maldivlere kaç defa gitdim geldim, Maldivler mi Caribbean mı diye kaç kere kararsızlık yaşadım da hiç o çok duyduğum Bora Bora adalarına gitmemişim!!!

Sağolsun Google Earth beni oraya da götürdü. Meğersem dünyanın arkasında kalıyormuş Bora Bora adaları da ondan farkedememişim. Tüh gözümden kaçmış. Cennet hep görünmeyen yerde olurmuş heralde.. Aklımda ne Cancun kaldı ne Maldivler ne Caribbean. Hepsine gidebilirim de Bora Bora adalarına nasıl gidecem? Heralde önce Avustralya'ya ordan Yeni Zelanda'ya gitmek gerek. Ancak Google Earth havaalanı göstermiyor:( sanırım gemiyle gidiliyor ki son zamanlarda aldığım gemi kazaları haberlerinden sonra ölünceye kadar gemiye binmeme kararı aldım. Fobi falan da geliştirdim ki kesin binmeyeyim diye!..
O yüzden hala ulaşamadığım hayallerım var. Bu güzel olabilir.
Category: 1 yorum

uçamayan kuş

Yazdıklarımı nasıl yayınlayacağımı unutacak kadar uzun zaman oldu... İçimden geçenleri aktarmak isteği uzun zamandır yoktu. Bu gece geldi. Hem de filmlerde olan hep o tanıdık manzaraya bakınca; bulutsuz ama rüzgarlı bir gecenin karanlığında sokak lambasının altında sarı loş ışığın aydınlattığı, sonbaharın renklerini tüm güzelliğiyle taşıyan yaşlı ağaç, boş bir sokak... pencereden tüm umutsuzluğumla bakarken, amacım belki de yaşama dair bir kıpırtı görmekti bu sevmediğim yerde. Bir türlü sevemedim. Gittiğim yerleri sevemiyorum nedense. Seveceğimi düşünerek gidiyorum her seferinde halbuki. Kabullenmeye başlamalıyım sanırım.

Bu gece yine çok eskiden hissettiğim birşeyi içimde düşüncelerimde buldum yeniden.. En uzağa gitme, gidememe.. Mahkum bir ruhum var benim.. En uzağa gitsem de hiç bir zaman yeterince uzak olmayacak benim için.

Hep sahip olduğumu değiştirmeye çalışıyorum. Nankörce sanki. Kime karşı bu yarış?

Evime dönmek istiyorum. Hiç ordan çıkmak istemiyorum. Duygusal bağlarım olmasın düşüncesi bile bana suçluluk hissettiriyor. Suçluluk duygusunu eğer çok uzakta olursam hissetmem diye düşünüyorum. Çok uzakta olursam bağşarım kopar. Ama o zaman bu benım suçum olmaz ki! Bu mesafelerin suçu olur.

Benim bir suçum yok ki!
Category: 0 yorum

Eylül


Son üç yıldır her eylül yaşadığım heyecan yok bu Eylül içimde. Ve bütün yaz bunu kendime hatırlatıp durdum. Ne telefonumda hangi dersleri alalım mesajları var bu eylül, ne de masamın üzerinde planlarımı yazdığım kâğıt parçaları... Günlerimi geriye doğru saymıyorum artik.

Biliyorum ki hiç bir şey sona ermedi. Sadece, devam ediyorum hayata. Daha “iyi” olmak için. Yine de keşke biraz daha zamanım olsaydı Ankara’da. Kendi küçük odamda Melek’le cay içip derin derin muhabbetlere dalsaydık. Beyza’yla bir yerlere kaçıp Fatma’nın gelmesini beklesek yanımıza. Sonra saatlerin bile nasıl geçtiğini anlamadan bir konudan diğerine atlasak ve sonunda sohbetimiz Gültekin amcanın Beyza’yı “geldim” diye aramasıyla bölünse… Aksam olunca bilsem Ümit’in yanıma geleceğini. En çok da bu acıtıyor içimi.

Özlüyorum. Güzel zamanlarım oldu. Kotu zamanlarım da oldu ama hiç birinde yalnız değildim. Hepsi geçti. Geriye yüzlerce fotoğraf, bir belki iki tane video, milyon tane anı kaldı. Hepsi iyi ki yaşadım dediğim.

Simdi yeni bir hikâye daha başlıyor. Yeni hikâyemde de Fatma, Beyza, Melek ve Ümit var. Daha yüzlerce fotoğraf çekeceğimiz anlar, gideceğimiz yerler var. Bizim hayallerimiz var. Hepsini gerçekleştirmek dileğiyle…
Category: 1 yorum

yolun sonu

İnsanlar nedense olayların başına ve sonuna gereğinden çok önem veriyorlar. Son mükemmel olmalı, basta nasılsa öyle gider, sonuna varmak için başlamalı. Neden hep başlamalı ya da her başlangıcın sonu olmalı? Tamam, Allah’ın emri öleceğiz. Ancak neden kendi hayatımıza kendimizin karar vermesi suç? Kim suç diye belirlemiş ki olumu? Bazı durumlarda son olabiliyor iste. Suç; çünkü geride kalanlar bu acıya dayanamaz diye.

Ya da neden iyi olan hep güneşli olur? Güneş olunca tüm dertler unutulur mu? Hep gece midir bize kötülüğü yaşatan? Her kotu şey gece mi yaşanır? Neden acısı daha çok çöker insanin başına geceleri? Tüm kötülükler, tüm yasaklar gece yaşanır, tüm suçlar gece islenir. Gece. Gün ışığı ışık tutmadan devam ederiz yolumuza. Gece gözümüz kör önümüzü görmeden, tabiri caizse gözü kör atarız kendimizi tutuştuğumuz ateşe.
Category: 0 yorum

eating chinese food with a chinese!



Bu aksam bir değişiklik yapıp Park Caddesi'ndeki Quick China'ya gittik. Elbet bizim de bir amacımız vardı tabi ki de. Bugün Çin’de bayram varmış. Dragon atları denizde yarışırlarmış. Bu sebeple Türkiye’de bulunan bir Çinli arkadaş ile Çin yemeği yemeğe gittik. Daha önceden tadını bildiğim bir mutfaktı. Ancak ilk defa sushi yedim. Etrafına sardıkları şeyi hiç sevmediğimi söylemeliyim. Onun dışında da yediğim en iyi Çin yemeği değildi. Yine de değişik bir akşamdı. Bir de bugün mezuniyet balosuna gitmediğim için pişman oldum. Artik geriye dönüş yok. Bazı şeyleri değiştirememek çok kotu oluyor. Ama bu şekilde randevulu biletli şeyler de bana uymuyor be kardeşim. Canim isterse gitmeliyim istemezse gitmemeliyim. Hiç olmuyor mu sanki bileti aldıktan sonra içimden de gitmek gelmez. Neyse artik geçti zaten.
Category: 0 yorum
Bazen sadece istemiyorum.. sadece butun sorumluluklarimi dondurmak istiyorum. kendi kendime kalmak istiyorum. Takip ettiğim dizileri bile takip etmek bir sorumluluk gibi geliyor. Belli bir düzen kurulmuş, içinde ben, oyunun kuralları var. Oynamak zorundayim. ama bir yandan da bunlar olmasaydı bitkisel yasamdan bir farki olmazdi yasamin
Category: 0 yorum

İstanbul, Şehri-hayal



Tanıdığım herkesin İstanbul'la ilgili bir hayali, bir tutkusu vardır illaki.


İstanbul deyince, akan sular durur insanlar için. Ah İstanbul! Nedir bu şehri bu kadar çekici kılan peki? Bir kez daha anlayabilmek için geldim İstanbul’a. Beyza’yla Ümitköy (Ankara’dan) başlayan yolculuğumuz, Sapanca gölünde yediğimiz ıslama köfteyle verdiğimiz mola ardından kendimizi birden Barbaros mahallesinin ortasında E-5 e nasıl çıkarız diye sorarken bulduk. İnsanların bir de sağ gösterirken sola dön deme gibi bir alışkanlıkları var o da ayrı bir mevzu! Ve ardından 23. kattaki kalacağımız dairedeydik. İlk defa uçakta olmadan bu kadar yüksekte bir yerde bulundum. Geldiğimiz ilk gece İstanbul’un essiz manzarasını bu kadar yükseklikten izlemek için camin karşısına oturduğumuzda görebildiğimiz sadece kendi yansımamızdı. Evet, bu kadar yüksekte bulutlara değecektik neredeyse. İnsanları küçücük, balkonsuz kutu gibi evlere koymuşlar, Anadolu yakasındakiler her gün Avrupa’ya, oradakilerde her gün Anadolu yakasına geçip duruyor.

Yine de güzellikleri büyülüyor insani nedense. Dün Beyza ve Betül’le tekne turuna çıktık. Boğaziçi köprüsünden Fatih Sultan Mehmet köprüsüne kadar Avrupa ve Anadolu kıyılarında gidip geldik. İste insan o zaman sözcüklerle anlatamayacağı cevabını buluyor neden bu kadar güzel olduğunu bu şehrin. Onun öncesinde de Ortaköy’de kumpir+waffle’ı atlamadık tabi ki. İnsan Ortaköy caminin oradaki banklardan birine oturunca tek düşündüğü şey hiç bişey oluyor. İstanbul’u düşününce sen ne hissediyorsun? Güzel değil mi? Ama nedense içimdeki en yoğun duygular iki kıtanın birbiriyle birleştiği köprülere baktığım zaman yaşıyorum.
Category: 1 yorum